Erkek egemen toplumlarda kadınlar, tarih boyunca güçsüzleştirilmek ve toplumsal hayattan dışlanmak istenmiştir. Ancak bu baskı, yalnızca günlük hayatta değil, siyasetten iş dünyasına kadar geniş bir alana yayılmıştır. Kadınlara yapılan tacizler, bu sistemin en kirli yüzlerinden biridir. Daha da kötüsü, bu suçların ortaya çıkmasından sonra tacizcilerin mağdura yatma çabası, suçluluk psikolojisinin bir tezahürü ve dolaylı bir suç kabullenişidir.
Taciz Sonrası Mağdura Yatma Stratejisi
Taciz eylemi, bir bireyin haklarına ve onuruna yapılan ciddi bir saldırıdır. Erkek egemen toplumlarda tacizciler, eylemlerinin ardından suçluluklarını gizlemek için sıklıkla "mağdura yatma" stratejisini devreye sokar. Bu stratejinin temel amacı, suçu itibarsızlaştırarak hem mağduru susturmak hem de kendisini toplum nezdinde aklamaktır.
Bu durum çoğu zaman şu şekilde ilerler:
Mağduru suçlama
Kurban rolüne bürünme
Suçu küçümseme
Bu tür davranışlar, suçlunun adaletten kaçma ve toplumsal yapıyı manipüle etme girişimidir. Ancak bir insanın bu tür bir savunmaya başvurması, suçluluk duygusunun açık bir göstergesidir.
Kadın Üzerinden Ahlaksız Siyaset
Siyasette ise kadınlar, ne yazık ki sıklıkla taciz ya da itibarsızlaştırma girişimlerinin hedefi hâline gelir. Kadınların siyasetteki varlığı, erkek egemen yapılar tarafından tehdit olarak algılanır. Bu nedenle kadınlar, sistematik olarak mobbing, taciz ya da iftiralarla itibarsızlaştırılmaya çalışılır. Bu tür ahlaksız siyasetin amacı, yalnızca bireyi değil, kadının toplumdaki duruşunu da zayıflatmaktır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, kadınlara hak ettikleri değeri teslim ederek bu zihniyetle mücadelede önemli bir örnek sunmuştur. Atatürk, Türk kadınının toplumsal hayatta etkin bir rol oynaması gerektiğine inanmış ve bu doğrultuda kadınlara bir dizi hak tanımıştır:
1930 yılında belediye seçimlerine katılma hakkı ile kadınlar yerel yönetimlerde söz sahibi olmaya başlamıştır.
1934 yılında milletvekili seçme ve seçilme hakkı, kadınların yalnızca seçmen değil, karar mekanizmalarının bir parçası olmasını sağlamıştır.
Eğitim, iş ve sosyal hayatta kadınlara yönelik reformlar, Türkiye’yi birçok Batı ülkesinin önüne taşımıştır.
Bu haklar, yalnızca birer yasal düzenleme değil; kadınların toplumun her alanında eşit birer birey olarak kabul edildiğinin kanıtıdır.
Kadına yönelik taciz, mobbing ve itibarsızlaştırma girişimlerine karşı güçlü bir toplumsal dayanışma inşa etmek zorundayız. Bu doğrultuda:
Kadınların maruz kaldığı baskılar hakkında kamuoyu bilinci oluşturulmalıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, erken yaşlardan itibaren eğitim sistemine dâhil edilmelidir.
Taciz ve mobbing gibi eylemler için daha etkili ve caydırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Kadınlar susturulamaz, bastırılamaz ve görmezden gelinemez.
Onlar, toplumun yarısı değil; tamamıdır.
Kadına yapılan her saldırı, yalnızca bireye değil, toplumsal huzura ve adalete yapılmış bir saldırıdır.
Daha güçlü, daha eşit bir toplum inşa etmek istiyorsak kadınların hak ettiği değeri teslim etmek ve her türlü itibarsızlaştırma girişimiyle kararlılıkla mücadele etmek zorundayız.