Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Yılmaz Çifci
Köşe Yazarı
Yılmaz Çifci
 

TÜRKİYE'NİN DEMOKRATİKLEŞME SORUNU

Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiye edilmesi çabasında ısrar eden Erdoğan, kendi mevzi güvenliğini sağlamak için bir sivil darbe girişimine yeltenince, bizimde payımıza mücadele etmek düştü. Bu darbeyi püskürtmek için, bütün kişisel hesaplarını bir kenara bırakıp ileri atılmakta tereddüt etmeyen, üniversite öğrencileri başta olmak üzere, muhtelif siyasi parti örgütlerini, sendika oda ve dernek örgütlerini, doktor öğretmen ve avukatlarımızı ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin dinamik (genç yaşlı) sahaya inen bütün örgütünü saygı sevgi ve mücadele aşkıyla selamlıyoruz... Bu ruh bize göstermiştir ki, "Türkiye Cumhuriyeti bütün ilkeleri ile ilelebet payidar kalacaktır" Sahaya inen hiçbir yurttaşımız haksız yere inmemiştir. İnince yasadışı hiçbir iş yapmamıştır. Vatanın bölünmez bütünlüğü, sosyal hukuk devletinin korunması, adaletin tecellisi ve yargı bağımsızlığı hakkında duyulan endişeyi ifade etmekten başka bir amaç taşımayan bu halk hareketinin kutsanması gerekirken, tam aksine, özel görevlendirme yapılmış uzaktan kumandalı saray yargısı ile cezalandırılmaya kalkışılmıştır. Haksız ve hukuksuz bir şekilde göz altında tutulan, tutuklanan bütün yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz... Bu süreçten dolayı yargılanması ve tutuklanması gerekenler var ise, onlar, bizim demokratik eylemlerimizi karalamak için provokasyon amacıyla hareket eden güdümlü provokasyoncular ve onları organize edenlerdir... Yine araştırılması ve bulunup yargılanması gereken var ise, o da, devlet adabına yakışmayacak bir azgınlıkla saldıran kaskında numarası olmayan polis elbiseli o karanlık kişilerdir... Ve yine yargılanması gereken, Türk Polis teşkilatının içine sızmış, teröristler ile samimi görüntüleri sosyal medyayada düşen polis kılıklı terör ahbaplarıdır... Ayrıca bütün kamuoyuna düşen bir görev daha vardır: o da, Türk Polis teşkilatının, cumhuriyetin ve laiklik başta olmak üzere bütün ilkelerinin koruyucusu olduğu tescil olana kadar, çürük elmaların ayıklanması için politikacılara baskı yapması ödevidir. Şeriatçı irticacı polis istemiyoruz. Meclis bu konuda ciddi araştırma ve tespit komisyonları kurmalı, demokrasiden cumhuriyetten cumhuriyetçilikten Atatürk'ten nefret eden kadroların ihraç edilmeleri sağlanmalıdır.  Şimdi gelelim bizim demokratikleşme sorunumuzu aşmak için neler yapabileceğimize İlk icadından bu yana 2500 yıl geçmiş demokrasinin.  Bizim ülkemizde uygulanma çabasının ise, 200 yıllık bir geçmişi var. Onun da ilk 100 yılı hilafet ve saltanat makamları yerinde durduğu halde, sened-i ittifak, Tanzimat fermanı, meşrutiyet gibi sonuçsuz denemelerden ibarettir. Son yüzyılın içinde ise, toprak paylaşımlı bir açık işgale maruz kaldık! Önce kurtuluş savaşı örgütlemek, zaferden sonra harap ve bitap düşmüş memlekette, (maddi manevi askeri siyasi politik ve kültürel olarak yerle yeksan olmuş bir vaziyette iken), her şeyin inşasına sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Salgınlar ve yoksulluk baskısı altında, bir taraftan hayatta kalma mücadelesi verirken, aynı zamanda geleceğin Türkiye'sinin demokratikleşme hedefine kilitlenmesi gayesini yitirmedik. Ancak yoksulluk ve salgın hastalıkların yanında, hilafet ve saltanat artıklarının zorlaştırıcı etkilerini de göğüslemek gerekti. Demokrasiye karşı olmakla beraber asla demokrasi trenini terk etmeyen bu kalıntılar yüzünden, çok çalkantılı bir son yüz yıl geçirdik. Süreç sık sık askeri darbelerle durduruldu. Yar yar bir adım ileri iki adım geri saymak zorunda kaldık!  Yine demokrasiyi inşa etme çabamız, kapitalizmi inşa etme çabası ile at başı yürümüştür. İktidarın teslim edileceği bir sınıfın olmaması büyük handikapımızdı.  Demokratikleşme pratikleri zaman zaman kapitalizmin menfaatleri ile ters düşmüş, ve o devrin iradesi o kritiklerde hep demokrasiden taviz vermeyi seçerek bu handikapı aşmaya çalışmıştır... Bütün bu süreç sonunda hala ortada gerçek bir demokrasi yoktur. Ancak demokratikleşme gayesi her zamanki kadar canlı her zamanki kadar güçlü bir şekilde, varlığımızın teminatı altında, gözümüzün karasındadır. Hala saltanat kalıntılarıyla hilafet kalıntılarıyla mucadeleye devam ediyoruz. Aydınlanma devrimi tamamlanmadan bu mücadelenin tamamlanması da mümkün olmayacaktır besbelliği... Mustafa Kemal Atatürk'ün harf devrimi kılık kıyafet devrimi ve eğitim seferberliği ile Ortadoğu bataklığından uzaklaştırmaya çalıştığı yurdumuz, hala bu bağnaz kadro tarafından Ortadoğu bataklığına sürüklenmeye ısrarla devam edilmektedir. Bütün gücümüzle halata asılmaktayız. Türkiye o bataklığa düşmekten emin olana kadar, kollarımız kopana kadar asılmaya devam edeceğiz... Bu yazıda eleştirdiğimiz düzen önceki parlamenter düzendir. Şu an içinde bulunduğumuz 'şey'in adı bir düzen bile değildir. O nedenle bunu herhangi bir fikri izah etmekte referans almıyoruz. Cumhuriyet devrimi ile kuruluşu başlatılan ve son şeklini çok partili sisteme geçmekle almış olan Türkiye demokrasisi; kapitalizmi ve kendi yarattığı burjuva sınıfını kollayabilmek uğruna, bilerek ve isteyerek halkı kültürel ayrışmaya sokacak bir siyasi partiler modeli uygulamıştır.  (Platon'un bir sakınca olarak altını çizdiği, halkın kolayca manipüle edilebileceği vurgusunu adeta öğüt olarak almış bir sistemdi bu...) Pratiğe bakınca, sokrates de Polat'on da demokrasi hakkındaki eleştirilerini sanki bizim ülkemizi incelemiş de tespit etmişler gibi görünüyor... Zira dünyanın her yerinde toplumların kalkınmasına payandalık yapan demokrasi, bize sıra gelince neredeyse ülkemizi yutan bir çukura dönüşmüş durumda!!! Son 25 yılımıza bakınca neredeyse demokrasiye lanet etme eşiğine geldik.  Hatta Aysun kayacı etti bile... "Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?" dedi. Bu cümleyi ilk duyuşta dağdaki çobanın oyunun küçümsendiği düşünülüyor.  Ama aslında bu cümle bizim pratiğimizdeki bir kusuru gösteriyor. Dileğim, sırada ki yazımı Aysun kayacı'nın ve dağdaki çobanında okuyabilmesidir. Ben, bir serzeniş olarak söylenmiş bu sözü, uygulamadaki bir problemimizin altına çekilmiş bir çizgi olarak görmekteyim. Diğer yazımızda daha somut bir yönetim biçimini teorize edeceğiz. Hatta çoban kardeşlerimizi de, "Aysun kayacı ile bizim oylarımız bir mi" diyebileceği bir potaya koyacağız. Demokrasi, her bireyi değerli kılan bir yönetim biçimidir. Aynı zamanda geride olanın hızla ileridekini yakalamasına fırsat bulduğu bir düzendir... Ben inanıyorum ki teorize edeceğimiz Türk tipi demokrasiyi görünce, Sokrates'de platon'da sandalyesini daha yakına çekecektir.
Ekleme Tarihi: 02 Nisan 2025 - Çarşamba

TÜRKİYE'NİN DEMOKRATİKLEŞME SORUNU

Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiye edilmesi çabasında ısrar eden Erdoğan, kendi mevzi güvenliğini sağlamak için bir sivil darbe girişimine yeltenince, bizimde payımıza mücadele etmek düştü.

Bu darbeyi püskürtmek için, bütün kişisel hesaplarını bir kenara bırakıp ileri atılmakta tereddüt etmeyen, üniversite öğrencileri başta olmak üzere, muhtelif siyasi parti örgütlerini, sendika oda ve dernek örgütlerini, doktor öğretmen ve avukatlarımızı ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin dinamik (genç yaşlı) sahaya inen bütün örgütünü saygı sevgi ve mücadele aşkıyla selamlıyoruz...
Bu ruh bize göstermiştir ki, "Türkiye Cumhuriyeti bütün ilkeleri ile ilelebet payidar kalacaktır"
Sahaya inen hiçbir yurttaşımız haksız yere inmemiştir. İnince yasadışı hiçbir iş yapmamıştır. Vatanın bölünmez bütünlüğü, sosyal hukuk devletinin korunması, adaletin tecellisi ve yargı bağımsızlığı hakkında duyulan endişeyi ifade etmekten başka bir amaç taşımayan bu halk hareketinin kutsanması gerekirken, tam aksine, özel görevlendirme yapılmış uzaktan kumandalı saray yargısı ile cezalandırılmaya kalkışılmıştır. Haksız ve hukuksuz bir şekilde göz altında tutulan, tutuklanan bütün yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz...
Bu süreçten dolayı yargılanması ve tutuklanması gerekenler var ise, onlar, bizim demokratik eylemlerimizi karalamak için provokasyon amacıyla hareket eden güdümlü provokasyoncular ve onları organize edenlerdir...
Yine araştırılması ve bulunup yargılanması gereken var ise, o da, devlet adabına yakışmayacak bir azgınlıkla saldıran kaskında numarası olmayan polis elbiseli o karanlık kişilerdir...
Ve yine yargılanması gereken, Türk Polis teşkilatının içine sızmış, teröristler ile samimi görüntüleri sosyal medyayada düşen polis kılıklı terör ahbaplarıdır...
Ayrıca bütün kamuoyuna düşen bir görev daha vardır: o da, Türk Polis teşkilatının, cumhuriyetin ve laiklik başta olmak üzere bütün ilkelerinin koruyucusu olduğu tescil olana kadar, çürük elmaların ayıklanması için politikacılara baskı yapması ödevidir. Şeriatçı irticacı polis istemiyoruz. Meclis bu konuda ciddi araştırma ve tespit komisyonları kurmalı, demokrasiden cumhuriyetten cumhuriyetçilikten Atatürk'ten nefret eden kadroların ihraç edilmeleri sağlanmalıdır. 

Şimdi gelelim bizim demokratikleşme sorunumuzu aşmak için neler yapabileceğimize

İlk icadından bu yana 2500 yıl geçmiş demokrasinin. 
Bizim ülkemizde uygulanma çabasının ise, 200 yıllık bir geçmişi var. Onun da ilk 100 yılı hilafet ve saltanat makamları yerinde durduğu halde, sened-i ittifak, Tanzimat fermanı, meşrutiyet gibi sonuçsuz denemelerden ibarettir.
Son yüzyılın içinde ise, toprak paylaşımlı bir açık işgale maruz kaldık! Önce kurtuluş savaşı örgütlemek, zaferden sonra harap ve bitap düşmüş memlekette, (maddi manevi askeri siyasi politik ve kültürel olarak yerle yeksan olmuş bir vaziyette iken), her şeyin inşasına sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Salgınlar ve yoksulluk baskısı altında, bir taraftan hayatta kalma mücadelesi verirken, aynı zamanda geleceğin Türkiye'sinin demokratikleşme hedefine kilitlenmesi gayesini yitirmedik.
Ancak yoksulluk ve salgın hastalıkların yanında, hilafet ve saltanat artıklarının zorlaştırıcı etkilerini de göğüslemek gerekti.
Demokrasiye karşı olmakla beraber asla demokrasi trenini terk etmeyen bu kalıntılar yüzünden, çok çalkantılı bir son yüz yıl geçirdik. Süreç sık sık askeri darbelerle durduruldu. Yar yar bir adım ileri iki adım geri saymak zorunda kaldık! 
Yine demokrasiyi inşa etme çabamız, kapitalizmi inşa etme çabası ile at başı yürümüştür. İktidarın teslim edileceği bir sınıfın olmaması büyük handikapımızdı. 
Demokratikleşme pratikleri zaman zaman kapitalizmin menfaatleri ile ters düşmüş, ve o devrin iradesi o kritiklerde hep demokrasiden taviz vermeyi seçerek bu handikapı aşmaya çalışmıştır...

Bütün bu süreç sonunda hala ortada gerçek bir demokrasi yoktur. Ancak demokratikleşme gayesi her zamanki kadar canlı her zamanki kadar güçlü bir şekilde, varlığımızın teminatı altında, gözümüzün karasındadır. Hala saltanat kalıntılarıyla hilafet kalıntılarıyla mucadeleye devam ediyoruz. Aydınlanma devrimi tamamlanmadan bu mücadelenin tamamlanması da mümkün olmayacaktır besbelliği...
Mustafa Kemal Atatürk'ün harf devrimi kılık kıyafet devrimi ve eğitim seferberliği ile Ortadoğu bataklığından uzaklaştırmaya çalıştığı yurdumuz, hala bu bağnaz kadro tarafından Ortadoğu bataklığına sürüklenmeye ısrarla devam edilmektedir. Bütün gücümüzle halata asılmaktayız. Türkiye o bataklığa düşmekten emin olana kadar, kollarımız kopana kadar asılmaya devam edeceğiz...

Bu yazıda eleştirdiğimiz düzen önceki parlamenter düzendir. Şu an içinde bulunduğumuz 'şey'in adı bir düzen bile değildir. O nedenle bunu herhangi bir fikri izah etmekte referans almıyoruz.
Cumhuriyet devrimi ile kuruluşu başlatılan ve son şeklini çok partili sisteme geçmekle almış olan
Türkiye demokrasisi; kapitalizmi ve kendi yarattığı burjuva sınıfını kollayabilmek uğruna, bilerek ve isteyerek halkı kültürel ayrışmaya sokacak bir siyasi partiler modeli uygulamıştır. 
(Platon'un bir sakınca olarak altını çizdiği, halkın kolayca manipüle edilebileceği vurgusunu adeta öğüt olarak almış bir sistemdi bu...)
Pratiğe bakınca, sokrates de Polat'on da demokrasi hakkındaki eleştirilerini sanki bizim ülkemizi incelemiş de tespit etmişler gibi görünüyor...
Zira dünyanın her yerinde toplumların kalkınmasına payandalık yapan demokrasi, bize sıra gelince neredeyse ülkemizi yutan bir çukura dönüşmüş durumda!!!
Son 25 yılımıza bakınca neredeyse demokrasiye lanet etme eşiğine geldik.

 Hatta Aysun kayacı etti bile...
"Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?" dedi. Bu cümleyi ilk duyuşta dağdaki çobanın oyunun küçümsendiği düşünülüyor. 
Ama aslında bu cümle bizim pratiğimizdeki bir kusuru gösteriyor.
Dileğim, sırada ki yazımı Aysun kayacı'nın ve dağdaki çobanında okuyabilmesidir.
Ben, bir serzeniş olarak söylenmiş bu sözü, uygulamadaki bir problemimizin altına çekilmiş bir çizgi olarak görmekteyim.
Diğer yazımızda daha somut bir yönetim biçimini teorize edeceğiz.
Hatta çoban kardeşlerimizi de, "Aysun kayacı ile bizim oylarımız bir mi" diyebileceği bir potaya koyacağız.
Demokrasi, her bireyi değerli kılan bir yönetim biçimidir. Aynı zamanda geride olanın hızla ileridekini yakalamasına fırsat bulduğu bir düzendir...
Ben inanıyorum ki teorize edeceğimiz Türk tipi demokrasiyi görünce, Sokrates'de platon'da sandalyesini daha yakına çekecektir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve medyakorkusuz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami sohbetler omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat