Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Şakir KADAN
Köşe Yazarı
Şakir KADAN
 

GÖRÜNMEYEN YARALARIM

Ey hayalimdekini gerçeğe dönüştüremediğim sevgili, yazacaklarımın nedeni beni belki biraz anlarsın diyedir. Sana sevgili olalım diyemedim, bugünün deyimiyle açılıp sana “yürümeye” cesaret edemedim. Sebebini anlaman için sana duygularımı açıyorum.  Ben kültürümün mağduru, aşkın mahrumuyum. Cesaret olmayınca aşk erdemli olmazmış. Ela gözlüm,dudu dillim bizim oralarda sevgiliye “gönlüm düştü, sevdalıyım” derlerdi. Seni seviyorum dememi bekleme, bu kelimeye yabancıyım.  Sen yüreğimin hicranısın, keşke patlatabilseydim. Hayallerimin renkli bahçesisin. Keşke içinde gezinebilseydim. Sana diyeceğimi diyemediğim için kendimi kahrediyorum. Duygularımı dile getiremediğim için bunları yazıyorum.  Söyleyemedim, geç kaldım biliyorum. Aşkta geç kalan da  kaybeder bunu da biliyorum. Ürküyordum, ürkmem korkudan değil, seni incitme korkusundandı. Sen hep hayalimdesin, sense bunun farkında bile değilsin.  Ne olur ayıplama beni…  Ben, doğduğum coğrafyanın bahtsızlarındanım.  Doğarken korku kundağına sarmışlar, dini bilgilerle eğitmişler, feodal düzenin töreleriyle terbiye etmişler. Daha çocuk yaşta saygılı olmayı mecbur kıldılar, Sevmeyi sevilmeyi ayıp saydılar. Sevgimiz dilimizde mahpustu. Evlendiğin kadının yüzünü ancak gerdek gecesinde görebilirdi damat. Korkuyla bezemişler beynimizi, kendimizden korkar olduk. Tanrının cehennem ateşini anlattılar, ağanın acımasız sopasıyla korkuttular. Her ikisinin karşısında eğil ve tapmalısınız dediler. Tapmalısın, yapmalısın, kısacası her konuda birilerinin “malısın” yani sen yoksun…Yani sen muktedirin malısın… Tanrı ve töre yasaları böyleydi. Diz çöküp secdeye durmayı erdem sanıyorduk.  Saygımız korkudandı, ruhumuzu korku değirmeninde öğütmüşlerdi.  Biz insan olamıyorduk, başkalarının şekillendirdiği heykel çamuru gibiydik.  Ne olur yadırgama beni…Öfkelendiğini tahmin edebildiğim halde içimi dökmeye devam etmek istiyorum. Buna ihtiyacım var. Evet, sadece dinlerdik kuzu kuzu… Bilmediklerimizi sormak yasaktı. Derin düşünmek hatta düşünmek bile Tanrıya karşı günah, ağaya karşı suç sayılırdı. Camilerde Tanrının önünde diz çöküp yalvarırdık. Cemaat odalarında ağanın önünde diz çöküp merhamet dilenirdik.  Her iki mekânda da köle gibiydik. Suçumuz neydi? Bilmiyorduk.  Eğil, tap ve sus…İtaat etmelisin, kanaatkâr olmalısın, “malısın” verilene şükretmelisin, sadakatten ayrılmayacaksın. Aslında sen yoksun birilerinin malısın. Aidiyetin yoksa sende yoksun.  Rab ve kul olmayı öğrettiler. “Tanrıyı kim yarattı? Sorumu tokatla yanıtladı babam. Oda bilmiyordu, o da benim gibi tefekkür fukarasıydı. Aslında hiç kimse hiçbir şey bilmiyordu. Aslında sorunun somut yanıtı yoktu. Teorisi olmayan bir soruydu, sadece anlatısı vardı, anlatıyı da insanlar anlatıyordu.  Böyle bir sorunun bedeli ağırdı. Soruyu soran insan Lanetli ve dinsiz damgasıyla toplumun dışına atılırdı. Bu nedenle gırtlağımız dokuz boğum olmalıydı. Terbiye tokadını yediğim günden sonra Tanrıdan uzaklaştım, ağa belasından da kurtulmalıydım. Coğrafya kaderse eğer, kaderimi değiştirmek için coğrafyayı terk etmeliydim. Bende öyle yaptım ama ruhuma giydirilen kirli giysileri hala üzerimden çıkarıp atamadım. Yılan gibi derimi soyup tazelemeliydim kendimi. Mücadele ettim, okudum yazdım ve şunun farkına vardım ki. Suç ve günah saydıkları her şeyin gerçek günah olduğunun kanısına vardım. Bu nedenle ben, ben olamadım. Sana sitem etmiyorum, suç benim günah benim,  Varsın böyle olsun sen sonsuza dek hayalimdeki kirletemediğim sevgilim olarak kalacaksın.
Ekleme Tarihi: 14 Ekim 2023 - Cumartesi

GÖRÜNMEYEN YARALARIM

Ey hayalimdekini gerçeğe dönüştüremediğim sevgili, yazacaklarımın nedeni beni belki biraz anlarsın diyedir. Sana sevgili olalım diyemedim, bugünün deyimiyle açılıp sana “yürümeye” cesaret edemedim. Sebebini anlaman için sana duygularımı açıyorum.  Ben kültürümün mağduru, aşkın mahrumuyum. Cesaret olmayınca aşk erdemli olmazmış.


Ela gözlüm,dudu dillim bizim oralarda sevgiliye “gönlüm düştü, sevdalıyım” derlerdi. Seni seviyorum dememi bekleme, bu kelimeye yabancıyım.  Sen yüreğimin hicranısın, keşke patlatabilseydim. Hayallerimin renkli bahçesisin. Keşke içinde gezinebilseydim. Sana diyeceğimi diyemediğim için kendimi kahrediyorum. Duygularımı dile getiremediğim için bunları yazıyorum.  Söyleyemedim, geç kaldım biliyorum. Aşkta geç kalan da  kaybeder bunu da biliyorum. Ürküyordum, ürkmem korkudan değil, seni incitme korkusundandı. Sen hep hayalimdesin, sense bunun farkında bile değilsin.  Ne olur ayıplama beni…

 Ben, doğduğum coğrafyanın bahtsızlarındanım.  Doğarken korku kundağına sarmışlar, dini bilgilerle eğitmişler, feodal düzenin töreleriyle terbiye etmişler. Daha çocuk yaşta saygılı olmayı mecbur kıldılar, Sevmeyi sevilmeyi ayıp saydılar. Sevgimiz dilimizde mahpustu. Evlendiğin kadının yüzünü ancak gerdek gecesinde görebilirdi damat. Korkuyla bezemişler beynimizi, kendimizden korkar olduk. Tanrının cehennem ateşini anlattılar, ağanın acımasız sopasıyla korkuttular. Her ikisinin karşısında eğil ve tapmalısınız dediler. Tapmalısın, yapmalısın, kısacası her konuda birilerinin “malısın” yani sen yoksun…Yani sen muktedirin malısın… Tanrı ve töre yasaları böyleydi. Diz çöküp secdeye durmayı erdem sanıyorduk.  Saygımız korkudandı, ruhumuzu korku değirmeninde öğütmüşlerdi.  Biz insan olamıyorduk, başkalarının şekillendirdiği heykel çamuru gibiydik. 

Ne olur yadırgama beni…Öfkelendiğini tahmin edebildiğim halde içimi dökmeye devam etmek istiyorum. Buna ihtiyacım var. Evet, sadece dinlerdik kuzu kuzu… Bilmediklerimizi sormak yasaktı. Derin düşünmek hatta düşünmek bile Tanrıya karşı günah, ağaya karşı suç sayılırdı. Camilerde Tanrının önünde diz çöküp yalvarırdık. Cemaat odalarında ağanın önünde diz çöküp merhamet dilenirdik.  Her iki mekânda da köle gibiydik. Suçumuz neydi? Bilmiyorduk.  Eğil, tap ve sus…İtaat etmelisin, kanaatkâr olmalısın, “malısın” verilene şükretmelisin, sadakatten ayrılmayacaksın. Aslında sen yoksun birilerinin malısın. Aidiyetin yoksa sende yoksun.  Rab ve kul olmayı öğrettiler. “Tanrıyı kim yarattı? Sorumu tokatla yanıtladı babam. Oda bilmiyordu, o da benim gibi tefekkür fukarasıydı. Aslında hiç kimse hiçbir şey bilmiyordu. Aslında sorunun somut yanıtı yoktu. Teorisi olmayan bir soruydu, sadece anlatısı vardı, anlatıyı da insanlar anlatıyordu.  Böyle bir sorunun bedeli ağırdı. Soruyu soran insan Lanetli ve dinsiz damgasıyla toplumun dışına atılırdı. Bu nedenle gırtlağımız dokuz boğum olmalıydı.

Terbiye tokadını yediğim günden sonra Tanrıdan uzaklaştım, ağa belasından da kurtulmalıydım. Coğrafya kaderse eğer, kaderimi değiştirmek için coğrafyayı terk etmeliydim. Bende öyle yaptım ama ruhuma giydirilen kirli giysileri hala üzerimden çıkarıp atamadım. Yılan gibi derimi soyup tazelemeliydim kendimi. Mücadele ettim, okudum yazdım ve şunun farkına vardım ki. Suç ve günah saydıkları her şeyin gerçek günah olduğunun kanısına vardım. Bu nedenle ben, ben olamadım. Sana sitem etmiyorum, suç benim günah benim, 
Varsın böyle olsun sen sonsuza dek hayalimdeki kirletemediğim sevgilim olarak kalacaksın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve medyakorkusuz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.