Gelişmemiş veya gelişmeye meyilli ülkelerde din ile siyasetin iç içe olduğu yaşadığımız coğrafyada maalesef sıkça yaşıyoruz. Tam tersine gelişmiş ülkelerde din ile siyaset birbirinden tamamen farklı; siyasetçi kendi işini yapar, din adamı’da kendi görevini yapar.
Maalesef günümüz siyasetçileri kendi çıkarları doğrultusunda çizgilerini din ve milliyetçilik kavramı üzerine kurmuşlardır. Bu da çok tehlikeli bir yol çizgisi olmuştur. İnsanları birbirinden ayırt edici bu siyasi çizginin tehlikeli oluşu yanı başımızda olan komşu Arap ülkelerinin de sıkça görülmektedir. Bu tür çıkışlar sadece Asya kıtasında yaşayan ülkelere mahsus bir oluşum değildir. Nadiren de olsa Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde zaman, zaman görülmektedir.
Popülizm, milletin iradesini “yozlaşmış seçkinlere” ve “içimizdeki düşmanlara” karşı nihai meşrutiyet kaynağı olarak yeniden tahsis etmeyi vaat eden bir siyasi söylem ve strateji olarak tanımlanabilir. Dinlerin ilahi ve soyut kaygıları, popülizmin milli irade ve millet ile ilgili dünyevi saplantısıyla çeliştiğinden, din ve popülizm arasında bir ilişki kurmak ilk bakışta pek mümkün görünmemektedir. Fakat birçok ülkede popülist siyasi aktörler dini sembolleri ve fikirleri sıkça siyasi dile yansıtmaktadır. Hatırlayacak olursak, ABD’nin şimdiki Başkanı Tromp geçtiğimiz sene seçimlerden önce, St. George Kilisesi yakınlarında polisin aşırı güç kullanarak dağıttığı protestolardan sonra, kilisenin önünde elinde İncil ile poz vermişti. 2015 seçim kampanyası kapsamında Diyarbakır’ı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan da miting sahnesine elinde Kürtçe Kuran’la çıkmış ve “Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek din."diyerek vurgu yapmıştı. Yine İtalya’daki aşırı sağ popülist parti Kuzey Ligi’nin (Lega Nord) lideri Salvini’nin seçim kampanyalarında boynunda taşıdığı haçı öptüğü siyasi gösteri İtalyan basınında defalarca yer buldu. Bu örnekler farklı ülkelerden benzer örneklerde çoğaltılabilir.
Din bireylerin yaşam tarzlarından toplumsal birlikteliklerine kadar bir çok alanda güçlü bir etkiye sahiptir. Bu etki ayrıca bireyin siyasal tercihlerinin de belirleyicilerinden birisidir.
Aslında çok çeşitli nedenlerle; dinin başlı başına bir tahakküm aracı olduğu, dergâh, tarikat, mezhep, peygamberlik gibi kavramların siyasetten ayrı tutulamayacağının kabul edilmemesi böyle bir şeyin gerçekten var olabileceği izlenimi uyandırmaktadır. Geri kalmış toplumların bu duygulara kolaylıkla inandığı ve siyasi görüşlerinin bu şekilde geliştiği gözlemlenmektedir. Sorgulamadan, araştırmadan körü körüne bu hissiyatlara kapılan toplunlar daima geri gitmeye mahkûm olmuşlardır.
Gelecekte daha güzel yaşanabilir bir yaşam biçimi elde edebilmek için modern dünyanın kabul ettiği din ile siyasetin tamamen bir birinden ayrı olduğu; din adamlarının kendi alanlarında halka rehber olmaları, siyasilerin’de kendi ülkelerinde yaşayan halkın refah düzeylerini düşünerek katılımcı, özgürlükçü, düşünen ve yargılayan bir yaşam biçimi için hizmet etmeleri gerektiğine inananlardanım.