Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam

Bakırhan: Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir

Gündem 14.01.2025 - 16:25, Güncelleme: 14.01.2025 - 16:25
 

Bakırhan: Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir

Bakırhan: Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Bakırhan'ın gündeminde kayyımlar, ekonomi, Suriye'deki gelişmeler, Kürt sorunu ve 'süreç' vardı. Bakırhan, Akdeniz Belediyesi eşbaşkanları ve belediye meclis üyelerinin gözaltına alınması ve tutuklanması sonrası atanan kayyıma tepki gösterdi. Kayyım atamasını “demokrasiye darbe” olarak nitelendiren Bakırhan, "İki arkadaşımız da makam odalarının kapısını söktüler. Ne yaptılar kapıları oradaki halklara açtılar. Gerçekten biz de Mersin’i ziyaret ederken Akdeniz ilçesine gittiğimizde o tabloyu gördük. Vatandaş direkt belediye eş başkanlarının odasına girebiliyor, kendisini ifade edebiliyor, sorununu anlatabiliyor. Kapı yok, sekreter yok, randevu almak yok. Tam da bizim paradigmamızı uygulayan bir ilçe belediyemizdi Akdeniz Belediyesi. Bu kayyım sadece Kürtlere değil oradaki ortak yönetim iradesine atanmış bir kayyımdır” dedi.   Bakırhan, "Bizler barış inancını büyütmeye çalışıyoruz. Emin olun Türkiye'nin dört bir tarafında bu umudu büyüterek nasıl bir sürece evriltebiliriz konusunda ciddi bir çalışma çabası içersindeyken bu iktidar siyasi pusu kurmaya devam ediyor. Resmen pusu" diye konuştu. BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:   "Bu kayyumcu anlayışı şimdi Batı'ya da taşıyorlar. Beşiktaş Belediyesi'nde dün bir gözaltı vardı. Yerel yönetimi tasfiye etmek istiyorlar. Sandıkta alamadığını hileyle alıyor, kumpasla alıyor, oyunla alıyor. Böyle bir iktidar mı olur! Kendine güveniyorsan yarış, al! Beşiktaş Belediyesi'ne yönelik operasyonu da kınıyorum EKONOMİ Siyasi darbeler, yargı entrikaları ve artan şiddet ve gerilim olayları, Türkiye ekonomisini zor bir duruma sokmuş durumda. Ekonomik dengesizlikler, toplumsal barışı tehdit ediyor ve bu durum ekonomideki eşitsizliklerle daha da derinleşiyor.   2024 yılında enflasyon oranı yüzde 44,38 olarak açıklandı. Hükümet, vergi ve harçlara yüzde 44 oranında zam yaparken, asgari ücretlilere yalnızca yüzde 30, memurlara ve memur emeklilerine yüzde 11,54, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise yüzde 15,75 zam yaptı. Bu durum, maaş artışlarının hemen eridiği, dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloya yol açıyor. AKP hükümeti bu durumdan gurur duyuyor gibi görünse de, gerçekler farklı bir hikaye anlatıyor. Ayrıca, hükümet yandaşlarına verilen ihaleler de dikkat çekiyor. Örneğin, Kuzey Marmara Otoyolu projesinde verilen dolar garantisi ve yılda dört kez yapılan enflasyon zammıyla garanti edilen araç geçiş sayısı 344 milyona çıkarıldı. Hazine'nin zarar görmemesi için Edirne'den Kars'a kadar Türkiye'deki tüm araçların 23 kez bu otoyoldan geçmesi gerekiyor. Bu, AKP hükümeti için normal karşılanabilirken, pek çok kişi için kabul edilebilir bir durum değil. Buna ek olarak, hükümet tarafından "Kur Korumalı Mevduat" adı altında sunulan bir uygulama da büyük maliyetlere neden oldu. Bu uygulamanın ülkeye maliyeti yaklaşık 900 milyar TL'ye ulaştı. Ne yazık ki bu yüksek maliyetli önlem, döviz kurlarını düşürmekte başarılı olamadı. Peki, bu 900 milyar TL'lik zararı kim ödeyecek? Sorumluluk neden her zaman işçi, emekçi ve yoksul kesimlere yükleniyor? Ekonomistim diyenler, bu konuda gözleri parlayanlar neden bu zararı ödemiyor? Bu tür uygulamalara mantıklı bir açıklama getirmek gerçekten zor. Diğer akıl almaz uygulamalar arasında, savaş için harcanan kaynaklar bulunuyor. Bir öğretmenin, Suriye'deki bir çete üyesinden daha az maaş aldığı bu ülkede hangi sorunlar çözülebilir ki? Ekmeğe yapılan zamlar karşısında "Sağlıklı Yaşama Geçiş"gibi manşetler atanlar, bu ülke ekonomisine nasıl bir fayda sağlayabilir? SGK, Ziraat ve Halk Bankası gibi kurumları görev zararı adı altında trilyonlarca lira zarara uğratarak iflasa sürükleyenler, ülke ekonomisini nasıl kurtarabilir? İşsizlik Fonu'nun yalnızca yüzde 13'ü işsizlere ayrılırken, geri kalanı sermayeye aktarıldığında, bu iktidarın ekonomide adaleti ve eşitliği sağlayabileceğine nasıl inanabiliriz? Bu sorunlara karşı yaz boyunca "Ekmek ve Adalet Buluşmaları" düzenledik. Açlık, haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele eden insanlarla bir araya geldik. Şimdi büyük bir inançla bu çalışmalarımızı genişletiyoruz ve Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını başlatıyoruz. Açlığa mahkum edilen, hakları gasp edilen herkesle birlikte olacağız ve adalet, barış ve eşitlik arayan herkesle omuz omuza mücadele edeceğiz. Unutmayalım, ekmek olmadan barış, barış olmadan ekmek, adalet olmadan da toplumsal barış mümkün değildir. ROJAVA Başta Rojava olmak üzere Suriye ve Ortadoğu'da da barışın gerçekleşmesi için çok büyük bir mücadele veriyoruz. Ama iktidar yine de Kuzey ve Doğu Suriye'de hatalar yapmaya devam ediyor. Biraz barış umudu doğunca hemen bunu baltalamaya çalışıyorlar. Umudu kırma noktasında bunların üzerine yok. Bu ülkede demek ki umutlanmayacağız. Kuzey ve Doğu Suriye'de halkın haber alma hakkı için orada gazetecilik yaparken SİHA'larla katledilen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in cenazeleri kendi memleketlerine gömülemedi. Soruyoruz; ölüsüne saygı duymadığınız bir halkla nasıl barışacaksınız? Kuzey Doğu Suriye'de Tişrin Barajı'nda canlı kalkan olanlara yönelik bombalı saldırılar da barışa ulaşma şansını azaltıyor. Dışişleri Bakanı, barıştan bahsetse de, kullanılan dil ve tehditkar tutum, HTŞ sözcüsünün bile kullanmadığı bir seviyede. "Türkiye Türklerindir, Suriye Araplarındır" gibi yüz yıllık ezberlerle barışa ulaşılamaz; Türkiye Türkiyelilerindir, Suriye Suriyelilerindir. "Aqlê sivik, barê giran e" diye bir Kürt atasözü vardır; "Aklı hafif olanın yükü ağır olur" anlamına gelir. Barış imkanı, halklara, inançlara ve doğaya saygı duyulduğu zaman doğar. Suriye'de güven, huzur ve istikrarın sağlanabilmesi için halkların ve inançlarının esas alındığı siyasi çözümler için müzakereler şarttır. ALEVİ KATLİAMI Suriye'deki Alevi toplumu büyük bir katliam tehdidi altında yaşarken, Türkiye'deki Alevilere yönelik "siyasal Alevi" yakıştırmasıyla iç savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Bu sessizlik, katliam tehdidini daha da büyütüyor. Bir Alevi veya Kürt, Suriye'deki kardeşlerinin katliam tehdidi altında olduğunda elbette itiraz edecektir. DEM Parti olarak, bu toprakların kadim halkları ve inançlarından olan Alevilere ve onların kutsal mekanlarına yönelik nefret söylemlerini ve saldırı girişimlerini şiddetle kınıyor ve kabul etmiyoruz. KÜRT SORUNU Biz Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir çözümle ele almanın stratejik bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Bu sorun, dar ve kişisel çıkarlarla ya da partisel ve taktiksel yaklaşımlarla ele alınamaz. Kürt sorununa taktiksel bir bakış açısıyla yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Aynı şekilde, bu sorunu "terör" kavramı altında ele alıp, çözümü manipüle etmeye çalışmak da ciddi bir hatadır. Kürt sorunu, demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük meselesidir ve ancak özgür siyaset, demokratik uzlaşı ve evrensel hukuk ilkeleriyle çözülebilir. Tarih boyunca Kürtler, devletin sert müdahalelerini yaşamıştır; 1930’larda tunç gibi sert, 1990'larda karanlık yüzünü ve bugün de kadife eldiven içinde saklı demir yumruğunu tecrübe etmiştir. Ancak bu yaklaşımlar, Kürt sorununu çözmek yerine daha da derinleştirmiştir. Bugün Kürt sorununu basitçe güvenlik ve istihbarat meselesi olarak ya da medyatik polemiklerle indirgemek, sorunu anlamaktan uzaktır. Kürtlerin temel insan hakları için mücadele ettiği bir dönemde, bu meseleleri basite indirgemek kimseye fayda sağlamaz. Medya tarafından yapılan jargon komiserliği ve partimize yönelik asılsız ithamlar, sürecin ciddiyetini baltalamaktadır. Reyting uğruna yapılan bu ucuzlamaların kimseye yararı yoktur. Hepimiz bu mesele karşısında büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Kürt sorununun çözümü, sadece Kürtleri değil, toplumun tüm kesimlerini etkiler. Bu sorunun çözülmesi, Türkiye'de otoriter yapıları geriletecek, demokrasiye alan açacak, adaletsizliklerle mücadeleyi güçlendirecek ve yoksulluğu azaltarak refahı artıracaktır. Bu nedenle Kürt sorununu, Türkiye'nin genel demokratikleşme süreci içinde ele alıyoruz. Bizim yolumuz 3. yol, pusulamız demokrasidir." Numan Kurtulmuş'un, "Kürtlerin onurunu, Türklerin gururunu koruyacak ve gözetecek bir sürecin yürütülmesi gerektiği" yönündeki ifadesi son derece önemlidir. Kayyım atamalarının gurur duyulacak bir durum olmadığını, zehirli dilin de övünülecek bir şey olmaması gerektiğini belirtmek isteriz. Ancak açıkça ifade edelim ki, barış ve çözüm hem onur hem de gurur kaynağıdır. 'ÖCALAN'IN MESAJLARININ ARKASINDAYIZ' Herkesi, devletçi düşünceden uzaklaşarak demokratik bir zihniyet etrafında birleşmeye ve barış talebini güçlendirmeye davet ediyoruz. Bu bilinçle, Sayın Öcalan'ın mesajlarının arkasında durduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz. Barışın inşası, herkese büyük görevler ve sorumluluklar yüklemektedir. Şimdi, eşitlik temelinde uzatılan barış elini tutma, elleri barış için açma ve el ele vererek barışı inşa etme zamanıdır. Şimdiye kadar, Sayın Bahçeli'den muhalefete ve çeşitli toplumsal kesimlere kadar, iyi niyetli her adıma olumlu yanıt verdik. Toplumda büyük bir birlik sağlandı ve ilk defa siyasi partilerin büyük çoğunluğu, dönemsel çıkarları bir kenara bırakarak demokratik çözüme destek verdi. ERDOĞAN'A YANIT Sayın Erdoğan, Diyarbakır'da yaptığı konuşmada "Diyarbakır'ın huzuru, Türkiye'nin huzurudur" ifadesini kullandı. Gerçekten de Türkiye'nin ve Diyarbakır'ın ortak huzuru, ancak demokratik çözümler ve barış içinde mümkün olabilir. Biz, DEM Parti olarak şuna yürekten inanıyoruz: "Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir."
Bakırhan: Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Bakırhan'ın gündeminde kayyımlar, ekonomi, Suriye'deki gelişmeler, Kürt sorunu ve 'süreç' vardı.

Bakırhan, Akdeniz Belediyesi eşbaşkanları ve belediye meclis üyelerinin gözaltına alınması ve tutuklanması sonrası atanan kayyıma tepki gösterdi. Kayyım atamasını “demokrasiye darbe” olarak nitelendiren Bakırhan, "İki arkadaşımız da makam odalarının kapısını söktüler. Ne yaptılar kapıları oradaki halklara açtılar. Gerçekten biz de Mersin’i ziyaret ederken Akdeniz ilçesine gittiğimizde o tabloyu gördük. Vatandaş direkt belediye eş başkanlarının odasına girebiliyor, kendisini ifade edebiliyor, sorununu anlatabiliyor. Kapı yok, sekreter yok, randevu almak yok. Tam da bizim paradigmamızı uygulayan bir ilçe belediyemizdi Akdeniz Belediyesi. Bu kayyım sadece Kürtlere değil oradaki ortak yönetim iradesine atanmış bir kayyımdır” dedi.

 

Bakırhan, "Bizler barış inancını büyütmeye çalışıyoruz. Emin olun Türkiye'nin dört bir tarafında bu umudu büyüterek nasıl bir sürece evriltebiliriz konusunda ciddi bir çalışma çabası içersindeyken bu iktidar siyasi pusu kurmaya devam ediyor. Resmen pusu" diye konuştu.

BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ

Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

 

"Bu kayyumcu anlayışı şimdi Batı'ya da taşıyorlar. Beşiktaş Belediyesi'nde dün bir gözaltı vardı. Yerel yönetimi tasfiye etmek istiyorlar. Sandıkta alamadığını hileyle alıyor, kumpasla alıyor, oyunla alıyor. Böyle bir iktidar mı olur! Kendine güveniyorsan yarış, al! Beşiktaş Belediyesi'ne yönelik operasyonu da kınıyorum

EKONOMİ

Siyasi darbeler, yargı entrikaları ve artan şiddet ve gerilim olayları, Türkiye ekonomisini zor bir duruma sokmuş durumda. Ekonomik dengesizlikler, toplumsal barışı tehdit ediyor ve bu durum ekonomideki eşitsizliklerle daha da derinleşiyor.

 

2024 yılında enflasyon oranı yüzde 44,38 olarak açıklandı. Hükümet, vergi ve harçlara yüzde 44 oranında zam yaparken, asgari ücretlilere yalnızca yüzde 30, memurlara ve memur emeklilerine yüzde 11,54, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise yüzde 15,75 zam yaptı. Bu durum, maaş artışlarının hemen eridiği, dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloya yol açıyor. AKP hükümeti bu durumdan gurur duyuyor gibi görünse de, gerçekler farklı bir hikaye anlatıyor.

Ayrıca, hükümet yandaşlarına verilen ihaleler de dikkat çekiyor. Örneğin, Kuzey Marmara Otoyolu projesinde verilen dolar garantisi ve yılda dört kez yapılan enflasyon zammıyla garanti edilen araç geçiş sayısı 344 milyona çıkarıldı. Hazine'nin zarar görmemesi için Edirne'den Kars'a kadar Türkiye'deki tüm araçların 23 kez bu otoyoldan geçmesi gerekiyor. Bu, AKP hükümeti için normal karşılanabilirken, pek çok kişi için kabul edilebilir bir durum değil.

Buna ek olarak, hükümet tarafından "Kur Korumalı Mevduat" adı altında sunulan bir uygulama da büyük maliyetlere neden oldu. Bu uygulamanın ülkeye maliyeti yaklaşık 900 milyar TL'ye ulaştı. Ne yazık ki bu yüksek maliyetli önlem, döviz kurlarını düşürmekte başarılı olamadı. Peki, bu 900 milyar TL'lik zararı kim ödeyecek? Sorumluluk neden her zaman işçi, emekçi ve yoksul kesimlere yükleniyor? Ekonomistim diyenler, bu konuda gözleri parlayanlar neden bu zararı ödemiyor? Bu tür uygulamalara mantıklı bir açıklama getirmek gerçekten zor.

Diğer akıl almaz uygulamalar arasında, savaş için harcanan kaynaklar bulunuyor. Bir öğretmenin, Suriye'deki bir çete üyesinden daha az maaş aldığı bu ülkede hangi sorunlar çözülebilir ki? Ekmeğe yapılan zamlar karşısında "Sağlıklı Yaşama Geçiş"gibi manşetler atanlar, bu ülke ekonomisine nasıl bir fayda sağlayabilir? SGK, Ziraat ve Halk Bankası gibi kurumları görev zararı adı altında trilyonlarca lira zarara uğratarak iflasa sürükleyenler, ülke ekonomisini nasıl kurtarabilir? İşsizlik Fonu'nun yalnızca yüzde 13'ü işsizlere ayrılırken, geri kalanı sermayeye aktarıldığında, bu iktidarın ekonomide adaleti ve eşitliği sağlayabileceğine nasıl inanabiliriz?

Bu sorunlara karşı yaz boyunca "Ekmek ve Adalet Buluşmaları" düzenledik. Açlık, haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele eden insanlarla bir araya geldik. Şimdi büyük bir inançla bu çalışmalarımızı genişletiyoruz ve Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını başlatıyoruz. Açlığa mahkum edilen, hakları gasp edilen herkesle birlikte olacağız ve adalet, barış ve eşitlik arayan herkesle omuz omuza mücadele edeceğiz. Unutmayalım, ekmek olmadan barış, barış olmadan ekmek, adalet olmadan da toplumsal barış mümkün değildir.

ROJAVA

Başta Rojava olmak üzere Suriye ve Ortadoğu'da da barışın gerçekleşmesi için çok büyük bir mücadele veriyoruz. Ama iktidar yine de Kuzey ve Doğu Suriye'de hatalar yapmaya devam ediyor. Biraz barış umudu doğunca hemen bunu baltalamaya çalışıyorlar. Umudu kırma noktasında bunların üzerine yok. Bu ülkede demek ki umutlanmayacağız.

Kuzey ve Doğu Suriye'de halkın haber alma hakkı için orada gazetecilik yaparken SİHA'larla katledilen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in cenazeleri kendi memleketlerine gömülemedi. Soruyoruz; ölüsüne saygı duymadığınız bir halkla nasıl barışacaksınız?

Kuzey Doğu Suriye'de Tişrin Barajı'nda canlı kalkan olanlara yönelik bombalı saldırılar da barışa ulaşma şansını azaltıyor. Dışişleri Bakanı, barıştan bahsetse de, kullanılan dil ve tehditkar tutum, HTŞ sözcüsünün bile kullanmadığı bir seviyede. "Türkiye Türklerindir, Suriye Araplarındır" gibi yüz yıllık ezberlerle barışa ulaşılamaz; Türkiye Türkiyelilerindir, Suriye Suriyelilerindir.

"Aqlê sivik, barê giran e" diye bir Kürt atasözü vardır; "Aklı hafif olanın yükü ağır olur" anlamına gelir. Barış imkanı, halklara, inançlara ve doğaya saygı duyulduğu zaman doğar. Suriye'de güven, huzur ve istikrarın sağlanabilmesi için halkların ve inançlarının esas alındığı siyasi çözümler için müzakereler şarttır.

ALEVİ KATLİAMI

Suriye'deki Alevi toplumu büyük bir katliam tehdidi altında yaşarken, Türkiye'deki Alevilere yönelik "siyasal Alevi" yakıştırmasıyla iç savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Bu sessizlik, katliam tehdidini daha da büyütüyor. Bir Alevi veya Kürt, Suriye'deki kardeşlerinin katliam tehdidi altında olduğunda elbette itiraz edecektir. DEM Parti olarak, bu toprakların kadim halkları ve inançlarından olan Alevilere ve onların kutsal mekanlarına yönelik nefret söylemlerini ve saldırı girişimlerini şiddetle kınıyor ve kabul etmiyoruz.

KÜRT SORUNU

Biz Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir çözümle ele almanın stratejik bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Bu sorun, dar ve kişisel çıkarlarla ya da partisel ve taktiksel yaklaşımlarla ele alınamaz. Kürt sorununa taktiksel bir bakış açısıyla yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Aynı şekilde, bu sorunu "terör" kavramı altında ele alıp, çözümü manipüle etmeye çalışmak da ciddi bir hatadır.

Kürt sorunu, demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük meselesidir ve ancak özgür siyaset, demokratik uzlaşı ve evrensel hukuk ilkeleriyle çözülebilir. Tarih boyunca Kürtler, devletin sert müdahalelerini yaşamıştır; 1930’larda tunç gibi sert, 1990'larda karanlık yüzünü ve bugün de kadife eldiven içinde saklı demir yumruğunu tecrübe etmiştir. Ancak bu yaklaşımlar, Kürt sorununu çözmek yerine daha da derinleştirmiştir.

Bugün Kürt sorununu basitçe güvenlik ve istihbarat meselesi olarak ya da medyatik polemiklerle indirgemek, sorunu anlamaktan uzaktır. Kürtlerin temel insan hakları için mücadele ettiği bir dönemde, bu meseleleri basite indirgemek kimseye fayda sağlamaz. Medya tarafından yapılan jargon komiserliği ve partimize yönelik asılsız ithamlar, sürecin ciddiyetini baltalamaktadır. Reyting uğruna yapılan bu ucuzlamaların kimseye yararı yoktur.

Hepimiz bu mesele karşısında büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Kürt sorununun çözümü, sadece Kürtleri değil, toplumun tüm kesimlerini etkiler. Bu sorunun çözülmesi, Türkiye'de otoriter yapıları geriletecek, demokrasiye alan açacak, adaletsizliklerle mücadeleyi güçlendirecek ve yoksulluğu azaltarak refahı artıracaktır. Bu nedenle Kürt sorununu, Türkiye'nin genel demokratikleşme süreci içinde ele alıyoruz.

Bizim yolumuz 3. yol, pusulamız demokrasidir."

Numan Kurtulmuş'un, "Kürtlerin onurunu, Türklerin gururunu koruyacak ve gözetecek bir sürecin yürütülmesi gerektiği" yönündeki ifadesi son derece önemlidir. Kayyım atamalarının gurur duyulacak bir durum olmadığını, zehirli dilin de övünülecek bir şey olmaması gerektiğini belirtmek isteriz. Ancak açıkça ifade edelim ki, barış ve çözüm hem onur hem de gurur kaynağıdır.

'ÖCALAN'IN MESAJLARININ ARKASINDAYIZ'

Herkesi, devletçi düşünceden uzaklaşarak demokratik bir zihniyet etrafında birleşmeye ve barış talebini güçlendirmeye davet ediyoruz. Bu bilinçle, Sayın Öcalan'ın mesajlarının arkasında durduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz. Barışın inşası, herkese büyük görevler ve sorumluluklar yüklemektedir. Şimdi, eşitlik temelinde uzatılan barış elini tutma, elleri barış için açma ve el ele vererek barışı inşa etme zamanıdır.

Şimdiye kadar, Sayın Bahçeli'den muhalefete ve çeşitli toplumsal kesimlere kadar, iyi niyetli her adıma olumlu yanıt verdik. Toplumda büyük bir birlik sağlandı ve ilk defa siyasi partilerin büyük çoğunluğu, dönemsel çıkarları bir kenara bırakarak demokratik çözüme destek verdi.

ERDOĞAN'A YANIT

Sayın Erdoğan, Diyarbakır'da yaptığı konuşmada "Diyarbakır'ın huzuru, Türkiye'nin huzurudur" ifadesini kullandı. Gerçekten de Türkiye'nin ve Diyarbakır'ın ortak huzuru, ancak demokratik çözümler ve barış içinde mümkün olabilir.

Biz, DEM Parti olarak şuna yürekten inanıyoruz: "Barış ve çözümün kaderi, Türkiye'nin kaderidir."

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve medyakorkusuz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.