Hayat pahalılığı devam edecek, işsizlik artacak

İktisatçı Prof. Dr. Mehmet Şişman: Sonbaharda yaşanması olası stagflasyon ülkede krizi derinleştirebilir. Ortalama ücret ve maaşlar reel olarak düşük kalıyor. Hayat pahalılığı devam edecek, işsizlik artacak.

İktisatçı Prof. Dr. Mehmet Şişman, tekrar yüzde 10’ların üstüne çıkan işsizlik düzeyleri ve yüzde 40’lardaki enflasyonla birlikte sonbaharda stagflasyon görülebileceğini vurgulayarak, "Krizde dibi görmemiz için, enflasyon beklentilerini düşürecek gelişmelere ihtiyaç var. Bu açıdan ekonomide bütüncül bir bakış göremiyoruz" dedi.

 

 

Prof. Dr. Mehmet Şişman ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

TAHRİBAT GİDERİLEMEDİ

İşsizlikte tekrar artış başladı, Bakan Şimşek 'Programın kısa vadeli etkilerini görüyoruz' yorumu yaptı. Siz ekonomide bundan sonrası için neler bekliyorsunuz, krizde dip noktayı gördük mü, yoksa daha kötü günler bizi bekliyor mu?

Krizde dibi görmemiz için, enflasyon beklentilerini düşürecek gelişmelere ihtiyaç var. Bu açıdan ekonomide bütüncül bir bakış göremiyoruz. Örneğin Bakan Mehmet Şimşek işçi sendikaları temsilcileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla iletişim kurmuyor. Uygulanan politikalar sermayenin güvenliğini önceleyen tarzdadır. Üstelik geçen yıldan bu yana dolaylı vergilere (benzin, köprü, otoyol vb) çok fazla ağırlık vererek negatif izlenim yarattılar. 2021 sonrası yanlış ve popülist seçim odaklı para politikalarının yarattığı tahribat giderilemedi, ayrıca vakit kaybı oldu. Çünkü yapısal sorunların bir çoğu bilinmesine rağmen, görmezden geliniyor ve eşitsizliğin devamı sağlanıyor. Avrupa’nın en eşitsiz ekonomisinde hala kurumlar vergisi yüzde 25 (en üst dilimi bazı sektörlerde yüzde 33). Oysa başta yap işlet devret (doğru bir uygulama değil kanımca) olmak üzere, kurumlar vergisinin yüzde 40 lara çıkarılması ve istisna ve muafiyetlerin kaldırılması gerekiyor. 2021 sonrası verilen kredilerle kaç şirket arabası alınmış, bir an önce açıklanıp, vergisi yükseltilmeli. Şirketlere istihdam vergisi değil, istihdam artışı (özellikle kadın istihdamı) vergi avantajları makul ölçülerde sunulabilir. Oysa KOBİ’ler enflasyonla ve ucuz krediyle büyümeye yönlendirildi, enflasyon muhasebesi bile yanlış anlaşıldı, böylece politika üretmekte zorlanılıyor.

 

Devlet sermaye ideolojik bağlılığı yeni ve kalkınma düşüncesi içeren enflasyonu ve işsizliği düşürme kanalında değil. Yıl sonunda yüzde 40’lı rakamların altına düşmeyeceği belli olan enflasyonu gelecek yıl da yüzde 30’lara düşürmek bu anlayışla çok zor. Politik çıkmaz var, nasıl aşılacağı toplumsal muhalefetin tavrına da bağlıdır. Enflasyondaki tansiyonun görece azalması, işsizliği giderek daha fazla öne çıkaracaktır. Neoliberal uygulamalar devam ederse ki, öyle gözüküyor, enflasyon artış hızı düştükçe işsizlikte artış göreceğiz ne yazık ki. Enflasyonun yine de dünya ortalamasının çok üstünde olacağı Sonbahar dönemi, önlem alınamazsa yükselen işsizlikle Türkiye’yi stagflasyona taşıyabilir. Yani hem durgunluk (stagnation) hem de enflasyonun birlikte görüldüğü olguyla karşılaşabiliriz. Zira çıktı açığını nereye kadar ayarlayabilirler bu piyasa yapısıyla, belirsizdir. Tekrar yüzde 10’ların üstüne çıkan işsizlik düzeylerini yüzde 40’lardaki enflasyonla birlikte (stagflasyon) göreceğiz bu gidişle. Bu da krizin toplumsal etkisini daha da ağırlaştıracak.

2025’te de enflasyon yüzde 30’un altına inmez

Enflasyon tarafından baz etkisi de olsa beklenen düşüş sağlanamıyor. Yurttaşın hissettiği enflasyonla resmi enflasyon oranı arasındaki makas da açılıyor. Enflasyonda gelecek dönemlerde neler bekliyorsunuz.

 

Baştan beri söylediğimiz üzere, enflasyon artış hızını düşürmede tek başına para politikasının yetersizliği ortaya çıkmıştır. Türkiye’de enflasyon ölçüm sorunları bir yana, halkın hissettiği ve yaşadığı enflasyonu yıl sonunda yüzde 45-50 bandına getirebilseniz bile, hayat pahalılığı bir yanıyla devam edecek. Zira hala fiyatlar artmaya devam ettiği için; başta emekli maaşları ve asgari ücret olmak üzere, ortalama ücret ve maaşlar reel olarak düşük kalıyor. Bununla bağlantılı olarak, dış piyasaların etkisi veya ondan bağımsız olarak piyasa katılımcıların beklentisiyle (yüzde 43,30) halkın beklentisi arasında dağlar kadar (en az 30 puan) fark var.

Öte yandan TCMB’nin çıktı açığı takviminde bir çok belirsizlik mevcut. Çıktı açığı negatif olduğunda (bu ara sanayi üretimiyle ordayız), bunun dezenflasyon süreci ne kadar sürdüreceğini garanti edemezsiniz. Bu durumda ortaya çıkan (hedeflenen anlamda) işsizlik (Haziran’dan itibaren tekrar artmaya başladı) düzeyi ve ne kadar kamu tasarrufu yapıldığı birlikte açıklanmalı. Bu işsizliğe karşı emek koruma mekanizmaları oluşturulup, istihdamı teşvik etmek gerekir. Zira, geniş tanımlı işsizlik olarak bilinen veri aniden 4 puan yükseldi Haziran’da (yüzde 29). Bu da iş bulsa çalışmaya hazır kitlenin büyüdüğünü gösteriyor. Ayrıca, dolaylı/ dolaysız vergilerin kompozisyonu değişmedikçe ve sermayenin vergilendirmesi; istisna ve muafiyetlerin arasına sıkıştırıldıkça, maliye politikası eşitsizliği önleyici değil, teşvik edicidir. Bu yapısal mevzulara girilmediği için enflasyonun hayat pahalılığı olarak yakması devam edecektir.

 

TCMB’nin yılsonu hedefi (yüzde 38-42 bandı) giderek çok mütevazi kalıyor. Yıl sonu resmi enflasyon hissedilen enflasyon makası devam edecek. Yılı yüzde 45-50 arası bir enflasyonla (Tüik yine şaşırtmazsa) bitirmemizi bekliyorum. Gelecek yıl enflasyonun mevcut politikalarla yüzde 30 ların altına inmesi zor gözüküyor. Halkın ihtiyaçlarını öne alan, halkla iletişimi sağlıklı kuran ve sermayenin üretime yönlendirilmesiyle bu sorun aşılabilir ancak. Bunun içinde para, maliye ve gelirler politikasının daha etkin kullanılması gerekiyor.

HAYAT PAHALILIĞI EN CAN YAKICI SORUN

Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunları neler, çözüm için neler önerirsiniz?

Öncelikle hukukun üstünlüğü, adil yargılama ve yargı bağımsızlığı konuları çözülmeli. Sonra eşitsizliği aşağıya çekecek makro politikalar uygulamaya sokulmalı. Böylece halk enflasyon için umudunu kaybetmez, böylece yaşam standartları da düşmez. Hayat pahalılığı ve buna bağlı eşitsizlik (gelir dağılımı bozukluğu) en yakıcı sorundur ekonomide. Ardından işsizlik geliyor. Gelecek sene işsizlik bir miktar öne geçebilir sorunlar sıralamasında ancak yine hayat pahalı olmaya devam edecek, çünkü kaynakları çok kötü kullanıldı, verimsizlik ve bütçe açığı aşılması gerek sorun yumağı. Maliye politikası ve gelirler politikasının yeterince etkin kullanılamadığını gözlüyoruz.

Var olan eşitsizlik düzeyini veri alan politikalar, yoksulluğu ve eşitsizliği daha da artırmaktadır. Zira başta emekliler olmak üzere, ortalama ücretler reel olarak düşüyor, halkın enflasyona karşı korunmasız bırakıldığını gözlüyoruz. Ülkede halkın yaşam standartları hızla düşüyor, İlk yüzde 20’lik gelir dilimi hariç, P80 denilen kesim giderek daha zorunlu mal ve hizmetlerle yetinmek zorunda bırakılıyor, çünkü gelirleri yetmiyor. Halbuki bunu değişterecek kamusal araçlar daha önce başta Fransa olmak üzere uygulanmış. Örneğin gelirler politikasıyla (yeniden dağıtım) yüksek kar eden veya çok yüksek ücret alanların vergileri artırılarak, düşük ücretler üzerindeki vergi yükü azaltılabilir. Temel mallardaki fiyatlamaların arka planı uygulanan Neoliberal iktisat politikalarını değiştirmekten geçer. Tarımda plansızlık, sanayide ithalata bağımlılık devam ediyor. Dünya gıda fiyatları düşerken (FAO price index), Türkiye’de gıda fiyatları geçen yıl yüzde 58,91 arttı (Tüik). Gıda fiyatlarını düşürmek için tarım, sanayi ve ulaşım işbirliğini göremiyoruz.

Kamunun devreye girip, tekelci yapıları kırması mümkün olmuyor. Tekelci yapılar kar marjlarını düşürmeden fiyatlamalarını yapacak ortam buluyorlar piyasada. Devlet harcamalarında tasarruf yapılacaktı, fakat bir takvimle ne kadar yapıldı bu tasarruf açıklanmadı. Neden ithal makam arabaları 2025’de alınmayacak. Bu araçlar derhal satılıp yerli arabayla değiştirilmeliydi. Sorunlar acil ama devlet yavaş ve kararlı değil. Üstelik sermaye devlet ilişkileri kamusal anlayışı sürekli kar amaçlı yatırımlarda yoğunlaştırarak, devletin sermayenin ihtiyaçlarına göre politika üretmesine neden oluyor. Oysa artan yoksulluğu Neoliberal sosyal yardım anlayışıyla ya da zenginin sadakasıyla aşamazsınız. Gerçek anlamda kamusal eğitim ve sağlık uygulamalarıyla halkın nefes alması sağlanabilir. Yap işlet ve devret projeleri bütçe için ağır yük olmaya başladı. Bu alanda kamulaştırmalar beklenebilir (bunun da maliyeti var tabi). Giderek daha fazla genç insan kaynağı ve yetişmiş elemanlar yurtdışına göç ediyor, bu olgu da ülkede nitelikli emeği başka ülkelere hediye ederek, üretimi zayıflatıyor. Oysa yeni bir kalkınma düşüncesinin merkezinde nitelikli emek olmalı. Gerekli finansman maliye politikasını etkin uygulamaktan ve sermayeyi vergilemekten geçmektedir. Şirketokrasi (plütokrasiyle beraber) olarak özetleyebileceğimiz otoriter uygulamalar emek kesiminde sürekli güven kaybına neden oluyor, ülke bölünüyor, birlik beraberlik azalıyor. Ekonomide işlerin iyi gitmesi toplumsal refaha ve birlik beraberlik ruhuna yansır, bunu göremiyoruz. Tersine; toplumda gerek farklı kesimler arası (çiftçi eylemleri), gerekse sınıflar arası (işçi eylemleri) gerilim giderek artıyor.

EKONOMİ DARALIYOR

Özellikle ihracatçılar bu yılın ikinci yarısında Avrupa pazarının canlanacağını, FED'in faiz düşüreceğini öngörüyordu, işlerin de buna bağlı açılacağını, kapasite kullanımlarının artacağını umuyorlardı, ama beklenen olmadı, siz özellikle Türkiye’nin ihracat pazarlarında neler bekliyorsunuz, ne tür riskler var?

Benim de içinde bulunduğum bazı iktisatçılar; 2021 yılından başlayan ihracat artırma amaçlı parasal genişlemenin, Türkiye açısından çok riskli olduğu konusunda uyarılarda bulunmuştu. Zira Dünya Ekonomisi Covid-19 salgınından sonraki sıçramayı bir kez daha yapamayacak durumda. Neoliberal iktisat politikalarıyla ve Rusya’dan Avrupa’ya doğal gaz akışının (kuzey akım 2 hat) kesilmesine bağlı olarak sorunlar devam ediyor. Almanya’da 4 çeyrektir eksi büyüme var, teknik olarak resesyonda. Başta Fransa olmak üzere Euro bölgesinde hızlı bir büyüme eğilimi bulunmuyor. Diğer pazarlarda toparlanma çabasında, ancak toparlanamıyor. Gerek IMF, gerekse Dünya Bankası raporlarında bu durumu öngördüler. Bu raporlar artan eşitsizliği görmezden geldiler o ayrı konu. Dünyada sermayeler arası korkunç bir rekabetin eşiğindeyiz. Bir yanda başta silah olmak üzere, petrol, gıda ve ilaç sektörlerinde yatırımlar belli bir seviyede, Covid sonrası bu sektörlerdeki şirketlerin karları çok yükselmişti.

Yeni yatırım çekmeye hevesli; yeşil dönüşüm, yapay zekâ, nöro teknolojiler ve bankacılık sektörleri bunu yeterince gerçekleştiremiyorlar. Kamu öncülüğünde bir takım çalışma ve yatırımlar mevcut. Bu olgu da kamunun ekonomideki rolünü tekrar öne çıkardı, fakat başta ABD olmak üzere bütçe açıkları yükseldiğinden, onlar da bu duruma tam olarak hazır değiller. Fed’in faiz düşürürken acele etmeyeceği yüzde 4-4.5 bandına çekeceği aşağı yukarı belli. Bu da ABD’deki 2024 enflasyonun üstünde. Dolayısıyla bu faiz düşüşü bizim kısa vadeli sermaye çekeceğimiz anlamına gelmiyor. Japon kaynaklı Carry trade krizi nedeniyle ortam karışık zaten.

Öte yandan, ABD-Çin arasındaki rekabetin akıbetini belirleyecek olan Kasımdaki ABD seçimleri; Çin’in pazarlarda giderek azalan rolünü tekrar artırabilecek mi? Trump gelirse, bu sorunun yanıtı hayır olacaktır. Özetle ihracat pazarları hızla daralıyor, bunu sadece Türkiye’deki döviz kuruna bağlamak da doğru değil. Eğer keskin bir rekabet varsa, bu daha çok verimlilik ve teknolojik gelişme üzerinden yürüyebilir. Türkiye’de ekonominin yavaşlamasına bağlı olarak ithalat talebi de gerilediğinden Cari açık da gerileme izliyoruz. Enflasyonun ithalat talebinden gelen kısmında (petrol belirsizliğine rağmen) fazla sorun görmüyorum şimdilik. Zira ekonomi daralıyor, böylece ithalat talebi de düşmekte. İhracatın ithalata bağımlılığı yüksek olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte Türkiye’deki iktisat politikasının esas olarak ihracat artışına dayalı olarak büyümesi gerektiği söylemiyle çelişiyor bu durum. Zaten ihracatçılar da sık sık, iç maliyetlerin kur artışıyla karşılanmasını dile getiriyorlar. Dolayısıyla, cari açık düşmesine rağmen, ihracatçıların bu isteklerine (uygulanan model gereği) direnç azalabilir. Bu da yeniden kur üzerinden bir enflasyon riskini gündeme getirmektedir. Faizlerin Sonbaharda ABD ve Türkiye açısından düşüş sürecine girdiğini gözleyeceğiz. Faiz düşüşünden gelen, finansman maliyetindeki düşüş ihracatçıyı kesmezse, hareketli kurlar bekleyebiliriz. Temel risk budur.

Daha sonra sektörler arası yatırım rekabetinin etkileri gözlenecek; Çin elektrikli otomobil şirketinin Türkiye’de yatırım yapması, bir yandan da yerli TOGG otomobili için olumsuz olabilir. Fakat Avrupa'yla rekabet için Çin’in bizim gibi ülkelere ihtiyacı var. İstihdam açısından bu tip yatırımların artması bekleniyor.

Öte yandan Bakan Mehmet Şimşek programının kısa vadeli sermayeye alan açması sonucu, gelen sermayenin rezervleri onarması süreci kendi içinde riskler içerdiğinden ihracatçılar için kur istikrarını sağlama sorun olabilir. Ağustos başında BOJ’un (Japon Merkez Bankası) sürpriz faiz artırmasından kaynaklı Carry trade krizinden anlaşılacağı oldukça kaygan bir kısa vadeli sermaye yapısıyla karşı karşıyayız. Bu olgu da kısa vadeli sermaye girişi ve borsa açısından önemli riskdir.

SİLAH SANAYİSİNİN ÇALIŞTIĞI DÖNEMDEYİZ

İsrail-Filistin-İran, Rusya-Ukrayna savaşları dünya ekonomileri açısından bundan sonra ne tür etkilere neden olabilir?

Neoliberal uygulamalarla dünya silah sanayiinin çalıştırıldığı bir dönemin içindeyiz. Neoliberal faşizan uygulamalar dünyadaki gerilimli bölgelerde silah sanayisini çalıştırmaktan ve karlarını katlamaktan geri durmuyor. ABD’deki resesyon riskini Ukrayna’ya silah satışıyla bir miktar ötelediler. Rusya tarafı rakamlarla oynamıyorsa, bu savaşa oldukça direnç gösterdi. Doğal gaz fiyatlarındaki artış ve petrol karteli OPEC sürece yardımcı oldu. Bununla birlikte, Rusya Ukrayna savaşının belli bir süre sonra duracağını öngörmek mümkün. İsrail-Filistin ve İran aksında alevlenme var. Yemendeki savaş Kızıldeniz’de ticari riskler içeriyor. Filistin Gazze tarafının işgali İsrail için de bir çok sorun anlamına gelir. İnsanlık dramı bir yana, Ortadoğu’da artan güvenlik sorunları silahlanmayı daha da artıracaktır. Ayrıca güvenlik sorunları petrol fiyatlarında talep kaynaklı geri çekilmeyi durdurmakta.

Bütün bunlar da dünya enflasyonist sürecinde yeniden artış için ortam yaratmaktadır. Sermayeler arası rekabette daha fazla yatırım yapmak isteyen bilişim, yapay zeka ve nöro teknolojiler; yeşil dönüşüm kadar yatırım odağı olamadılar, ancak Ukrayna savaşındaki soğuma ve İran ile olası bir uzlaşma bu tip yatırımlarda uygun ortam yaratabilir. Bu da dünyada işsizliğin artışı anlamına gelmektedir. Tıpkı 1970’lerdeki gibi, farklı düzeylerde stagflasyonist bir dünyaya yelken açıyor olabiliriz.

YENİDEN ESKİ DURUMA DÖNEBİLİRİZ

Türkiye’nin ciddi dış kaynağa ihtiyacı var, ekonomi kurmaylarının yoğun yurtdışı temaslarına rağmen yeterince dış kaynak gelmiyor, Türkiye'ye neden para gelmiyor, ihtiyaç duyulan kaynak bulunmazsa sonuçlar ne olur?

Kapitalizmde Sermaye birikim süreci dünyada örneği bolca görüldüğü üzere, sancılı ve ağır ilerleyen bir süreç. Türkiye için “ciddi miktarda dış kaynağı” bulsak bile birkaç seneye yeniden eski duruma düşebiliriz. Rezervlerin tekrar brüt olarak (ve swaplar dahil) eski düzeyine doğru gelmesi bazı gerçekleri değiştirmiyor (yaklaşık 50 milyar dolar sağlandı zaten). İnşaat yatırımları ve yanlış para politikalarıyla verilen yanlış krediler iç ve dış kaynağı çarçur etmişti. Enflasyonun da önemli bir nedeni oldu bu para politikaları. O nedenle sorunlar yapısal ve dış kaynaktan çok, tasarrufu öne alan, insan kaynağını etkin kullanan politikalara ihtiyacımız var. Böylece birkaç sene zorluk çeksek bile, insanların geleceğe dönük umutları kaybolmaz. Üstelik Japon kaynaklı Carry trade krizinin de gösterdiği gibi, dünya sermayesi ucuz kaynağın acısını bir biçimde çıkarıyor. 5 Ağustos'ta borsa ve tahvilde (sermaye piyasaları) 6,4 trilyon dolar buharlaştı. Bunun tamiri kısa vadede zor, dolayısıyla dünyada faizler düşecek, sermaye ucuzlayacak fikri çok da doğru değil. Ayrıca kısa vadeli kaynak sizin sorununuzu çözmediği gibi, geleceğe aktararak, ağırlaştırabilir. Resesyonist bir Dünya Ekonomisinde kaynak yaratmak zordur. O nedenle iç kaynaklara yoğunlaşılmalı, eşitsizliği, gelir dağılımı bozukluğunu düzeltebilirseniz, bir miktar kaynak yaratılabilir.

Mevcut neoliberal zihniyetle bu mümkün gözükmüyor. Sermayeler arası keskin rekabet kendisini sektörel önceliklerde gösteriyor. O nedenle özellikle yeşil dönüşüm, yapay zeka ve diğer yüksek teknolojileri teşvik ederek yeni döneme uyum sağlamalıyız. Zira Dünya Ekonomisinde teknolojik dönüşüm başladı ve hızlanıyor. Bu hıza ayak uyduran bölgesel boşlukları değerlendiren, bir üretim yapısına ihtiyacımız var. Hala ülkede yeterli düzeyde nitelikli eleman olduğunu düşünüyorum. Esas ihtiyaç duyulan kaynak budur. Bununla birlikte, kısa vadeli dış borçların çevrilmesi ve bütçe açığının kontrol altına alınması için bir miktar uzun vadeli kaynak ihtiyacı var. Enflasyon hızı azaldığında ve faizler düştüğünde; tahvil borçlanmasıyla kamunun yaklaşık 50-60 milyar dolar daha borçlanması gündeme gelebilir.

Ayrıca, IMF ile ilişkilerin yakından sürdüğü ve aslında mevcut politikaların onaylandığını biliyoruz. Dolayısıyla eşitsizliği göz ardı eden ve Merkez kapitalist ülkelerin çıkarlarına uygun bir politikayla (acı ilaç) karşı karşıyayız. Daha zor duruma düşersek, IMF’nin vereceği kredi de aşağı yukarı belli. Umarım böyle bir daralma yaşamayız. Böyle bir durumda yaratılan prestij kaybı (CDS ve notlar) kadar, toplumsal dengelerdeki bozulma da dikkate alınmalı. Yaşanması olası bir stagflasyon ülkede krizi derinleştirebilir. Önemli olan dışardakileri ikna etmek kadar toplumu da ikna etmek. Bunun için gerekli güven ortamının yaratılması, ekonomide sınıflar arası eşitsizliği aşağıya çekici uygulamaları başlatmak, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve adil yargılamanın tesis edilmesi mevcut iktidarın görevidir. Bu da yapılamadığına göre erken seçim kaçınılmaz olarak gündeme alınmalıdır.