Şimşek’in Programı: İşsizlik, borçluluk, daha fazla yoksulluk

Cumhur ittifakından çıkan çatlak seslere rağmen Mehmet Şimşek öncülüğünde uygulanan “kemer sıkma” programına cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteği sürüyor. Son IMF-Dünya Bankası bahar toplantısında Şimşek’in IMF’nin de onayını aldığı anlaşılıyor. Bir ülkede; IMF ve Dünya Bankası’nın böyle melek gibi sunulmasının, ortodoks kemer sıkma reçetelerinin bu denli övülmesinin, her faiz artışının alkışlarla karşılanmasının, asgari ücretin neden artırılmaması gerektiği ezberini tekrarlamanın iktisat ilmine vâkıf olmanın kanıtı sayılmasının başka örneği var mıdır bilemiyorum! 

Uygulanan programı değerlendirmeden isterseniz, Mehmet Şimşek’in oyun planını kısaca analiz etmeye çalışalım. Baştan beri vurguladığı gibi birinci öncelik, yabancı dövizlerini ülkeye çekmek.

 

Körfez monarşilerinden propagandası yapılan büyük fonlar gelmediğine göre, bunun yolu faizleri yükselterek lira yatırımlarının cazibesini artırmaktan geçiyor. Böylelikle döviz rezervlerinin takviye edilmesi sağlanacak, liranın reel değer kaybının önlenmesiyle enflasyon düşürülebilecek. Tabii ki Şimşek yüksek faiz ve sıkı para politikasıyla ekonominin hızla soğuyacağını, mal ve hizmetlere talebin aniden düşeceğini biliyor. 

Enflasyonda Sinsi Plan 

Bu nedenle işveren örgütleriyle diyaloglarında sürekli dış âleme yönelmelerini, ihracata öncelik vermelerini öğütlüyor. Bu noktada liranın reel anlamda değer kazandığı bir süreçte ihracatçıların rekabet gücü kaybolmaz mı diye düşünülebilir. Şimşek’e göre bu sorun asgari ücreti temmuzda sabit tutarak, yani ucuz işgücü maliyetiyle ihracata destek sağlayarak giderilebilir. Temmuz döneminde haliyle emeklilere ve kamu çalışanlarına 6 aylık enflasyona paralel zam yapılacak. Bu konuda da sinsi bir plan söz konusu: Birincisi, elektrik, doğalgaz ve diğer kamu zamlarını erteleyerek, 2024’ün ilk yarısı enflasyonunu görece düşük çıkartıp, maaş artışının hemen ertesinde faturaları şişirmeyi düşünüyorlar. İkincisi, 2023’teki Temmuz %9,49, Ağustos %9,09 enflasyonun devreden çıkacağı aylara zamları yedirmek daha akılcı. Böylelikle mayıs sonu enflasyonun %80’e dayanması da önlenmiş olacak. 

Peki şu anda kemer sıkma programının neresindeyiz? 25 Nisan’da politika faizinin %50’de tutulduğu Merkez Bankası toplantısının karar metni tabloyu açıkça ortaya koydu. Birincisi, enflasyon mücadelesinde işler yolunda gitmiyor. Özellikle lokanta-kafe fiyatlarıyla gündeme gelen hizmetler sektöründe yüksek enflasyon sürüyor. Tüketim deseni gıdada %70,4, kirada %124, ulaşımda %94,4 artışla üç temel kaleme sıkışan dar gelirlilerin enflasyonu, TÜİK’in manşet %68,5 oranının hayli üzerinde seyrediyor. 

İkincisi, enflasyonun düşmemesi daha keskin bir sıkılaştırmayı talep ediyor. Bu da ekonomide şok bir soğuma tehlikesi yaratıyor. Merkez Bankası aslında bankaları faiz koridoru yoluyla %53’ten fonluyor. Brüt döviz rezervlerinin düşük görünmesi pahasına swap yolu borçlanmayı azaltıyor, böylelikle piyasaya daha az likidite sağlıyor. Bu sayede mevduat faizlerinin artmasını bekliyor. Gerek bireysel gerekse de ticari kredilere uygulanan %2 kredi genişleme tavanı da devreye girince, ihtiyaç kredisi faizleri %80’in, ticari kredi faizleri de %70’in üzerine sıçrıyor. 

Üçüncüsü, öncelikle bireysel krediler 3 trilyon lirayı aştı. Toplam bakiyeden önemlisi, 2023 seçimleri öncesi ucuz krediden yararlanan tuzu kuru kesimler büyük ölçüde bu alanı dar gelirlilere terk etti. İhtiyaç kredisine erişemeyenler kredi kartına yükleniyor. Bireysel kredi kartı borç bakiyesi 1,4 trilyon lirayı geçerken, aylık %4,5 vade farkı da aslında önemli bir faiz maliyetine işaret ediyor. Hele bir de enflasyon, öngörüldüğü gibi düşerse bu borçların reel yükleri artar, ana para ve faizler şirketler ve bireyler için iyice ödenemez hale gelir. 

Gidişatı Emekçilerin İtirazı Şekillendirecek 

Türkiye ekonomisinde gelir ve servet dağılımının giderek bozulduğunu herkes kabul ediyor. Zaten resmî istatistikler de bunu ortaya koyuyor. Mevduata yüksek faiz ödeyerek talebi yavaşlatmaya dayalı bir politika, rantiye kesimlere borçluların sırtından servet aktarılması sonucunu doğurur. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Dar gelirli kesimler faiz yüksek olsa da yine de tasarruf edemezler, olsa olsa tüketimlerini kısmak, daha az et, peynir, sebze, meyve almak zorunda kalırlar. 

Özelde asgari ücretlilerin, genelde emeğiyle geçinenlerin ve emeklilerin hız kesmeyen enflasyonla her geçen ay satın alma güçleri zayıflıyor. Eğer temmuz ayında asgari ücret artırılmazsa hem geçim sıkıntıları artacak hem de borçlanma gereksinimleri daha da belirginleşecek. Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi iyice bellerini bükecek. Hem düşen talep hem de ağırlaşan borç yükü kaynaklı olarak birçok küçük şirket kapanacak. Kepenk indiren veya üretimini kısan firmalar nedeniyle işsizlik artacak, istihdamını koruyanlar da geçmiş krizlerde olduğu gibi eksik ve geç ödenen ücretler sonucu hak kayıplarına uğrayacak. 

Elbet bu karamsar tablo, emek kesimlerinin sessiz ve itirazsız bu kaderi kabul etmeleri anlamına gelmez. Aksine, işçi direnişleri yaygınlaşabilir, zaten aktif durumda hak arayan emekliler hareketinin yanına, işsizler inisiyatifleri ve borçlu örgütlenmeleri de eklenebilir. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin verdiği cesaret ve umutla toplumsal muhalefet yükselebilir. 

SOL Parti’nin 10 maddede özetlediği çözüm önerileri, muhalefet cephesinde emekten yana seçeneklerin tartışılması için bir başlangıç noktası oluşturabilir.